4 Mayıs 2010 Salı

Ha Gayret

         
          Evden uzakta geçen 1 hafta içinde aklımda kalanları, ya da aklıma gelenleri yazmaya çalışacağım. 1 hafta boyunca İstanbul sınırları içinde bulunup da eve gidememek yeterince dehşet verici bir etken gerçi ama olsun, devam edelim. Öncelikle bu vize dolu hafta biraz yıprattı, sırf beni değil herkesi de yıpratmıştır kanımca. Ama neyse ki sandığımdan çok daha iyi sonuçlandı.

          Bir anda geçti gitti şu 1 sene... Kıştı daha dün, bugün yaz gelmiş. İsteksizce karanlık güne uyanırdım, şimdi güneş yardımcı oluyor yatakla vedalaşmama. Zaman zaman sıcaktan ne kadar şikayetçi olursak olalım, karamsar bir gökyüzüyle gününü paylaşmaktan daha iyidir terlemek.
          

          Futbolla bile kısmen ilgisiz kaldım, beni tanıyanlar şaşıracaktır buna. Son bildiklerim, Hollanda Ligi'nde Luis Suarez adlı insansı varlığın 35 gol atmış olması, Blackburn'ün Arsenal'i yenmesi, Marseille'nın şampiyonluğa uzanıyor olması ve Emenike var bir de Emenike, Karabükspor'un Süper Lig'deki en büyük silahı olacaktır ve performansını merakla bekliyorum, insan azmanı Emenike... Birkaç şey daha var ama ilk bunlar geldi aklıma.
          Sonra yayınlanmayan Yeni Rakı reklamını izledim geçen gün Facebook'ta görüp, sanırım daha önce çıkmıştı piyasaya ama ben yeni gördüm. İyi oyunculuk etkileyiciliği, etkileyicilik de iyi reklamı getirmiş, tebrik. 
         
          Çok sevdiğim "kardeş" niteliği taşıyan bir adam Bursa'ya gidip geldi hafta sonunda, iki gün göremeyince garip hissettim, her günü beraber geçince alışıyormuş insanlar gerçekten de, yokluğu çok belirgindi, o da hissetmiş özlemiş yazık, yarın görüşeceğiz sonunda.
          Bunların yanında 4 gün boyunca 10.00 - 14.00 arasında provalarım olacak, akşamları belli değil ama yarın akşam yine evde değilim, tekliflere açığım. Çünkü konser var yarın üniversitemizin pilot takımının sahnesinde, kendimize çalmaktan büyük zevk alıyoruz biz, boş sahne bir başka oluyor.
          Deniz Can isimli yaratığa da geçen 3 gün ardından teşekkürü borç bilirim, canım o benim, yer yer uyuyarak uyumadığını iddia etse de, güldük, eğlendik, mutluyduk, Worms oynadık biz, gecenin köründe yeşil elma suyu aradık, bulduk da sonunda, Bambi Büfe'de açlık giderirken Mecidiyeköy'ün ortasında Fenerbahçe formasıyla çekinmeden gezebilen akıllarından şüphe ettiğimiz varlıklar gördük, güzel 3 gün için tekrar teşekkürlerimi sunarım kendisine sonuç olarak.
          Buna ayrı bir paragraf gerekiyordu çünkü bütün hafta içinde en çok etkilendiğim bu oldu, Worms. 1999 yılına ait oyun, fakat her saniye oynayabilirim, küçük solucanlar çok başarılı çünkü. Herkes Worms oynasın, şiddetle tavsiye ediyorum, o kadar.
          Şimdi bir oyun daha öneriyorum, lütfen dikkate alın, internet cafe'lerden çok uzak bir kişiliktim 2 ay öncesine kadar, ne zaman Left 4 Dead ile tanıştım, gelenek bozuldu, ya da gelenek oluştu. Zaten "30 Days of Night", "Resident Evil", "Rec(!)" gibi zombileri bünyesinde barındıran filmlere hasta oluyorken bu oyunu oynamak, onun fanatiği olmama neden oldu. Çevremdekileri de zehirliyorum olabildiğince, herkes Worms ve Left 4 Dead oynasın, multiplayer seçenekleri de var hep beraber oynarız, hadi!
         

          Çocukluğa dönüş yapıp enerjimin doruklarını yaşadıktan sonra satırlarıma son vermem gerektiğine karar vermiş bulunuyorum, fırsat buldukça yazmaya çalışıyorum böyle, umarım bu yazı da hoşunuza gider, gerçi gitmezse de gitmesin çünkü gitmemesi normal karşılanabilir, size ne ki benim geçirdiğim 1 haftadan, hayret birşey, iyi bakın kendinize, havanın tadını çıkarın, ve çok az kaldı sıkın dişinizi, tatile şu ağaçların arasından bakıyoruz zaten, ortasında durmamıza hiçbir engel kalmamak üzere, şimdilik benden bu kadar.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder