29 Ocak 2010 Cuma

Azim, Hırs, Aşk, Biraz da Hastalık : Futbol

    
     Bir bu kaldı blogda adından bahsedip de yer vermediğim şimdiye kadar. İnsanların sıkılmayacağını bilsem sabah akşam yazarım bu konuda aslında ama, insaflı davranma taraftarıyım.
     Günümüzde futbol, gerçekten büyük bir yer işgal ediyor hayatımızda, özellikle de ülkemizde tabii. İnsanların futbol için yapmış olduğu delilikler o kadar arttı ki, tribünlerde yaşanan ölümleri kimse kafasına takmıyor gördüğünde, çok normalmiş gibi. Bülent Timurlenk'in blogunda bir yazı görmüştüm 2009'un sonlarına doğru, unutamam onu. Paraguay 1.Ligi'nde iki takımın karşılaşmasıydı, derbi mücadelesiydi sanırım. Maçtan sonra çıkan arbede sonucunda ölen kişinin soyadını yazmıştı, öldürenin de soyadını yazmıştı. Soyadlar aynıydı, kardeşi ağabeyini öldürmüştü.
     Bu çok trajik birşey, çok kötü hissetmiştim kendimi okuduğumda. Düşünsenize ; kavga sonucunda ağabeyinizi öldürüyorsunuz, çok acı.
     Bunun dışında özellikle Arjantin'de ve İtalya'daki taraftar ölümleri üzücü olaylardan. Yakından tanıdığımız Carlitos Tevez'in bar çıkışında boğazını kestiler, Arjantin'de oldu bu olay da, boynundaki izler o yüzden, neyse ki öldürmeyi başaramadılar. İtalyan futbolunda da "olay" dendiğinde nedense aklıma "Roma - Lazio" maçları geliyor. Milli futbola baktığımız zamanda ise Kolombiya Milli Takımı'nın başarılı defans oyuncusu Pablo Escobar'ın talihsiz ölümü hafızalarda. Kendi kalesine gol attığı gerekçesiyle Kolombiya mafyası tarafından vurularak öldürüldü.

     Bundan biraz fazlası var, aslında hafif gibi geliyor ilk başta "kavga" kelimesi ama, bunlar pek bildiğimiz türden değil. Evet İngiltere'den, futbolun doğum yerinden bahsetmek üzereyim. Holiganizmin sınırı aştığı Ada'da, Elijah Wood ve Charlie Hunnam'ın başrollerini paylaştığı Green Street Hooligans adlı bir film yapıldı 2005 yılında. Kısaca açıklamasını yapayım, West Ham ve Millwall'un tabiri caizse "ölümüne" ezeli rekabeti. Gerçek olayları yansıtması ayrı bir zevk katıyor izlenebilirlik açısından ve film bittiğinde "I'm forever blowing bubbles" diye başlıyorsunuz marşa, West Ham'lı oluveriyorsunuz, durum budur kısaca.
     Bu kadar abartı birşey yok ülkemizde neyse ki. Fenerbahçe - Galatasaray maçlarında belki biraz. Onu da tribünden çok sahada görüyoruz olduğu zaman, karışıyor ortalık. Özel hayatlarında birbirleriyle dost, kardeş vs. olan adamları birbirlerini tokatlarken, söverken görebiliyoruz. Hırs da bir yere kadar, gereksiz bu kadarı. Galatasaraylılar (bizim taraf) konuşuyor, Fenerbahçeliler konuşuyor, çoğu gereksiz konuşulanların. Çünkü günümüzde (maalesef ülkemizde oranla daha fazla) akıl yoksunları çok fazla. Gezdiğim bloglarda ya da basında çıkan gözü dönmüş bir yığın fanatik görüyorum. Bunların bazılarına inanamıyorum, bazılarına çok gülüyorum. Mesela Galatasaray ile ilgili her gün defalarca tıkladığım bir blog var ve yapılan yorumları da görüyorum bu blogda ister istemez. Jo transferini bu blog, transfer resmileşmeden 2 gün önce (belki daha da önce) açıkladı. Özellikle dikkatimi çeken iki kişi vardı, bunlar transferin gerçekleşeceğine inanmayan, bloga genel olarak sayıp söven (bütün gün işi yok, yazık)  tiplerdi. Kehanetlerini ve 2 gün sonra rezil oluşlarını herkesin görmesini istiyorum, hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Transfer gerçekleşti ve ikisi de "Ben ayıp ettim, eşeğim, özür dilerim" dediler, o günden beri de tırmalıyorlar blogu ısrarla, ünlemlerle soru sormalar, herşeyi danışmalar, eğlenceli tipler yani. Her neyse derine inmeden devam ediyorum.
    

     Diyeceğim şu ki, futbol fazla gelişti. Bazı bünyeler, hatta bazı ülkeler kaldıramadı bunu. Yapılan sürpriz transferlerden sonra kimi insanların düşük IQ oranı iyice dibe vurdu, bir yerde zararlıymış futbol yani. Şaka. Bu zekası geride kalmış insanları ilgilendirir.
     Futbol, benim hayatımda su içmek gibi birşey. Yolda pet şişe görsem kaldırıp sektirmeye başlarım hatta, çıkamaz hayatımdan futbol, kesinlikle kabul etmiyorum. (Kendi reklamımı da yapabilirim böyle. bkz*ilk yazı : N'aber?)
     Şimdi sonuç bölümü zor bir yazı seçtiğimi farkettim. "Alaska'da hayat" şeklinde değiştirmeyi düşünüyorum hatta başlığı şu an ama bitirmek gerek başlanan işi. Galatasaray'la bitireyim.
     Türk Futbolu; gelişiminin en az %75'ini Galatasaray'a borçludur. Bu takım şimdiye kadar bu ülkede kimsenin imza atamadığı, yanından bile geçemediği bir tarihe sahiptir ve hala bunun karşısında direnme çabasında bulunanlar vardır, dirensinler, yaslanın arkanıza izleyin sade bir tebessümle. Bunları da kabul etmiyorlarsa; dos Santos, Cristian Baroni, Colin-Kazım ve buna benzer transferlerden sonra, Harry Kewell, Milan Baros, Jo, Kader Keita, Giovani dos Santos ve bu transferlerin türevlerine göz gezdirmelerini rica edin, onlar iki dos Santos arasındaki 7 farkı anlasın, sizin başınız ağrımasın. Her neyse biraz taraflı oldu ama büyük takım tutmanın dezavantajları işte, kızmayın Fenerbahçeli arkadaşlarım, siz de yeniyorsunuz bizi sahanızda hep, doğanın dengesi sağlanıyor bir şekilde. Fenerbahçe Galatasaray'ı, Galatasaray Beşiktaş'ı, Beşiktaş Fenerbahçe'yi yener, kupayı Galatasaray alır. Şu günlerde yaşattığı heyecandan dolayı da bir Haldun Üstünel ismi geçmelidir bu yazıda en azından, herkes onun eline bakıyor. Tarafsız olmaya çalışacağım. 
     Tamam. Bunları geçiyorum artık, klişeyle bitireyim. Futbol, barış, dostluk ve kardeşliktir. Futbol, dille değil akılla oynanması gereken bir oyundur. Bu gerek saha içinde, gerek saha dışında böyledir.Ölümsüz, kavgasız bir dünya futbolu herkesin yararına olur, o büyük kavgaların çıktığı İngiltere'de, ezeli rakip olan aynı bölge takımları Liverpool ve Everton ; arada hiçbir bölme olmaksızın yanyana maç izleyebiliyorlar, geniş kapasitenin yararları, öyle olması gerekiyor.




- Futbol güzel şey -

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder